Kültür-sanat alanında verimli bir geçmişe sahiptir Kırşehir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin saçtığı tohumların filizlendiği bir diyardır. Ozanların, şairlerin diyarıdır. Tıpkı Âşık Paşa gibi, Ahmed-i Gülşehri gibi, Âşık Said gibi ve bin yıllık Abdal geleneğinin devamcısı ozanlar Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Hacı Taşan ve yüzlercesi gibi…
Kırşehir çok çeşitli düşünce ve sanat ortamından izler taşımaktadır. Bu havayı soluyanların uzun süre terk edemediği bu kültür şehri aynı zamanda birçok edebiyatçıya, siyasetçiye, şaire de ev sahipliği yapmıştır. Kimi zaman gönülden kimi zaman zorunlu sürgünlerle. Evet, bir zamanlar sürgün edilen ‘ıslah’ olmaları için siyasi sürgüne uğrayan onca yazarımız, şairimiz de bu şehirden geçmiştir.
Kırşehir’de iki yıl siyasi sürgün dönemi (1945-1947) geçiren şair A. Kadir “Mutlu Olmak Varken” kitabında anlatır sürgün anılarını. Yokluk ve parasızlık günlerinde burada kurduğu birkaç dostluğu anlatır. Ve Halkevi sinemasında oynatılan bir film üzerine hakkında nasıl soruşturma açıldığını anlatır. Sinema sahibi, burada siyasi bir sürgün var erse erse onun aklı erer böyle şeylere, der trajikomik olarak.
“Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’in Dinekbağı’ndan
Dinekbağı’nda üç insan severim
Ben bir kayısı ağacı
Başımda çiçeklerim” (A.Kadir)
Bir diğeri yine ünlü şair İlhan Berk’tir. Kırşehir’e Samsun’dan sürgün gelmiş bir öğretmen olarak 1955’e dek 8 yıl Fransızca Öğretmenliği yapmıştır. Kırşehir’de öğretmenken ‘unutulurum’ korkusuyla eşi Edibe Hanım’ı ve henüz bebek olan oğlu Ahmet’i bırakıp sık sık İstanbul’ a gider. Arif Damar’ a; Kırşehir’de bir ben, bir Kıvılcımlı, bir de A. Kadir. Öğretmenler bile benimle konuşmaktan çekiniyor, der.” (Sıddık Akbayır, Edebiyat Karın Doyurmaz)
Dr. Hikmet Kıvılcımlı; Nazım Hikmet ile yargılandığı davadan dolayı 15 yıl ceza almış ve 12 yılını Çankırı, Amasya ve ardından da Kırşehir Cezaevi’nde geçirmiştir. 1950’de çıkan genel affa kadar burada kalmıştır. Hem yoksul insanlar için doktorluk yapmıştır hapishanede hem de çalışmalarıyla düşünce hayatında verimli bir dönem geçirmiştir. Yazar Sadık Göksü kitaplarında Osman Bölükbaşı ve yerel yöneticilerin de Kıvılcımlı’yı ziyaret ettiklerini aktarmıştır. Kırşehirli köşe yazarı Ahmet Tezcan ise “Kâfirun” adlı romanında babası ile Hikmet Kıvılcımlı’nın nasıl tanıştıklarını anlatıyor. Babası sıkı bir Nurcu olan Çerkez Hikmet Bey, oğlunu ziyarete gelen Münire Hanım ile tesadüfen tanışıyor ve ailesiyle birlikte ona her gelişinde ev sahipliği yapıyorlar. Aralarında öyle bir insani ilişki gelişiyor ki gözleme içinde kâğıt kalem bile temin ediyor Kıvılcımlı’ ya. Dönemin ruhunu anlatan güzel bir anı romanı yazmış Tezcan. Yine aynı davadan mahpus romancı Kemal Tahir’de 12 yılını Çorum, Çankırı ve Kırşehir Cezaevi’nde geçirmiştir. Yazar köy romanlarında kullandığı karakterleri bu cezaevlerinde tanımıştır.
12 Mart muhtırasıyla birlikte tutuklama furyasından nasibini alan bir diğer mahpus şair Can Yücel ise Adana Cezaevi’ne giderken geçtiği Kırşehir’de yazdığı “Ayışığı” şiirinde bahsetmektedir.
“Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri
Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’ dan sonra
Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik
Başımızda prensip sahibi bir başçavuş
Niğde üzerinden Adana Cezaevi’ne gidiyoruz
Bir sen eksiktin ay ışığı
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya” (Can Yücel)
Mesela Kırşehir’in uğradığı talihsizlikler de dönemin kitaplarına konu olmuştur. Yazar Fakir Baykurt, 20 Temmuz 1954 tarih 6429 sayılı kanunla Nevşehir’in il, Kırşehir’in de ona bağlı ilçe haline getirilmesinden bahsetmektedir. “Demokratlar karşıtlarıyla, karşıt basınla uğraşıyor. Kırşehir’i ilçe yaptılar. Osman Bölükbaşı’nı yeniden içeri tıktılar.” (F. Baykurt, Köşe Bucak Anadolu)
Ve ya insan bir romanda Kırşehir’den anılar taşıdığını görebilir. Yaşar Kemal “Bu Diyar Baştan Başa” adlı gezi romanında bahsetmektedir. “Kaman’ı geçtik ak çiçekler içindeydi. Toprak yemyeşildi. Sonra Kırşehir. Kırşehir bağlık bahçelik. Taze Kırşehir topraklarında bahar tütüyordu… Şirin, akça pakça”
Ve Can Yayınları’nın kurucusu, yazar Erdal Öz. Lise yıllarında okuduğum “Gülünün Solduğu Akşam” ile tanıdığım sevgili Erdal Öz’ü, Ayşe Sarısayın “Unutulmaz Bir Atlı” kitabında uzun uzun anlatıyor. Çocukluğunu, yaz tatillerini geçirdiği Kırşehir’i, babasının peşinden Anadolu’yu gezmelerini ve kitabevi yıllarını. Yıldızeli doğumlu olmasına rağmen kimliğinde Kırşehir yazılmıştır. Ceza Hâkimi olan babası Şefik Bey emekli olup Kırşehir’de avukatlık yapmıştır. Erdal Öz’ün anne tarafı Trakyalı’dır, Balkan Savaşı sırasında Kırcaali’den kaçıp Kırşehir’e yerleştiklerini öğreniyoruz. Baba tarafı ise Rus Harbi sırasında Kafkasya’dan göç ederek geliyor Kırşehir’e. Binlerce kilometre uzaktan gelip bu topraklarda buluşan iki aile.
Son olarak Kırşehir’de Felsefe Öğretmenliği yapmış sanatçı Nurettin Rençber; “Kırşehir diye bir yerde öğretmenlik yaparsınız da oranın türkülerinden etkilenmemek gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Bütün bu birikimler üst üste geldiği vakit bir şeyler yapmaya başlıyorsunuz.” diyor bir röportajında.
İşte insanları bu şekilde etkileyebilecek bir kültüre sahip bir şehre sahibiz. Yüzyılların sentezlediği, geçmişi ve anıları büyük bir şehir. Ne kadar anlatsak az.
*Bu yazı 7 Aralık 2017 tarihli Kırşehir Çiğdem gazetesinde yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder