Ana içeriğe atla

ADALET KUMPANYASI (revize)

Bundan yaklaşık 10 yıl öncesinin gündemini, tartışma konularını hatırlayalım.

Eski Türkiye'nin statükoları yıkılıyor, düşünceye özgürlük geliyor, darbecilerle (sözde) hesaplaşılıyor, geçmişin günahlarına af dileniyordu. 12 Eylül'de siyasi suçtan hapis yatmış kim bulunursa ekranlara çıkarılıyor, medyada cilalanıyor ve yargı sisteminde düzenlemeler içeren referandum için evet oyu isteniyordu. Bunun için milat olarak 12 Eylül darbesi seçiliyor ve referandumun tarihi bile 12 Eylül'e denk getiriliyordu.
Bir nevi iç rahatlatma seansları düzenleniyordu. Herkes demokrat olmuştu. Hatta en demokrat olma yolunda Nazım şiirleri okunuyor, motorlar maviliklere sürülüyordu. Dönemin başbakanı geçmişte idam edilenlerin mektuplarını okuyor göz yaşlarına hakim olamıyordu. 90ların yargısız infazları bile gündemdeydi.
Sivilleşme, statüko, vesayet, hesaplaşma, demokrasi kelimeleriyle başlayan ağdalı cümleler birbirini takip ediyordu. En çokta dizginleri eline geçirmiş olan FETO medyası, onun liboş ideologları, reklam yüzü Taraf’giller bu kelimelere abandıkça abanıyordu. Toplum mühendisliğinin âlâsı yaşanıyordu.

Referanduma giden günlerde AKP medyasında bile eski tüfek solcular, dünün solcuları bugünün liberalleri, 12 Eylül mağdurları, 90lı yıllarda ki yargısız infazlarda hayatını kaybedenlerin aileleri  ve yaşamöyküleri boy gösteriyor, ulaşılabilen her mağdura mikrofon uzatılıyor ve hafızalar tazeleniyordu. Elbette tüm bunlar sadece tazelenmekle kaldı. Korlanmış acılara bir nebze derman olacağını sananlar için hayal kırıklığı olarak kaldı. Bu yaşananlara kaptığı köşesini sağlamlaştırmak için çanak tutan milenyum liboşlarının düştüğü yer ise çukurun dibi oldu.



12 Eylül 2010 referandumu ile sonun başlangıcına kapı aralandı. Sonrasında yaşananlar ile hukukun rafa kaldırılması, eleştiriye bile tahammül edilmemesi, gazeteci, avukat, sanatçı, akademisyen, siyasetçi, sıradan ev kadını, muhalif emekli amca herkesin terörize edilmesi, terörist, vatan haini gibi suçlamaların havada uçuşması, ağzını açanın tutuklanması ve tutuklu bile olsa hemen infaz edilmesi sıkça karşılaşılan örnekler oldu.

Tam 10 yılda geldiğimiz nokta işte bu.
İnsan hakları, hukukun üstünlüğü, hak, hukuk, adalet Diyojen’in feneriyle aranıyor.

Diğer taraftansa gasp, cinayet, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık gibi yüzlerce adli suça infaz indirimi yani kısmi af getirildi! Soma'da 301 madencinin katilleri için, Aladağ'da kız çocuklarının ölümüne sebep olanlar için, Ali İsmail'i döverek katledenler, mafya liderleri, suç makineleri af kapsamındalar.

Düşüncesini açıkladığı için, bir tivit attığı için, yorum yaptığı için, haber yaptığı için, müvekkillerini savunduğu için, bir kitap yazdığı için, hüküm dahi giymemiş tutuklular için, düşünce suçluları için tek bir düzenleme yok.

Hatta gece yarısı düzenlemesiyle Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel gibi gazetecilerin yararlanması da engellendi ve böylece infaz düzenlemesi önerilerin, eleştirilerin hiç birine kulak verilmeden onaylandı.
Hüküm veril(e)memiş yüzlerce tutuklunun yıllarca cezaevinde tutulup sonra pardon denilmesi bir yana tüm bunların 2004 yılında DGM'leri (sözde) kaldırmakla övünenlerce savunulması da ayrı bir trajedi.

Yaklaşık 90 bin adli hükümlü kademeli olarak cezaevinden çıkıyor. Kalanlarında açık cezaevlerine geçişi kolaylaştırılıyor. Boş kalan ranzalara ise siyasi muhalifleri, hak arayanları, adalet arayanları, haber yapanları, kitap yazanları, yüksek sesle düşünenleri, şiir okuyanları (mı) koyacaklar diye düşünmeden edilemiyor. Ne de olsa bu ülkede hırsızlık yapmanın hırsızlığı haber yapmak kadar cezası yok!

12 Eylül sonrasını betimlerken 3T bağımlısı olmuş bir grup darbe karşıtı demokrat insan var.
12 Eylül darbesi sonrası evet, tarikatlar, cemaatler palazlanıyor, güç kazanıyor. Evet, hepsine "Yürü ya gülüm!" deniliyor. Ancak sadece Tarikat-Takunya-Takke üçlemesine saplanıp kalmak gelinen durumu anlatmaya yetmiyor. Bu betimlemelerin yanına işbirlikçi büyük sermayeyi temsilen silindir şapkayı ve puroyu da eklemediğiniz sürece samimiyet sınavından kalırsınız. Asıl özneyi ısrarla görmemek, liberal bataklığa saplanmak 28 Şubat'ta da bu kesimin veremediği sınavı oldu.
Elbette bu bir tercih meselesi...

12 Eylül darbesinin ürünü olanlar da darbeyi lanetliyor. O gün alkışlayanlar ve onun sayesinde siyaset sahnesine çıkanlar da lanetliyor.
12 Eylül yasaklarını savunanlar, siyasi yasakların kalkmaması için uğraşanlar ve onların bugün ki devamcıları da lanetliyor.
Darbecilerin getirdiği siyaset yapma yasağını kaldırmak için yapılan 1987 referandumunun sonucu; Evet % 50.2 - Hayır % 49.8
Hayır cephesi kim? ANAP ve Özal...
12 Eylül 2010 referandumunda 'darbecileri yargılayacağız' yalanıyla yargıyı dizayn edip kuşa çevirirken arka planda yer alan kimsenin yargılanmadığı Evren'in ise tiyatrodan hallice bir yargılama ile yaşa takıldığı dönemin sorumluları da lanetliyor.
Bugüne kadar iktidara gelip de darbecilerin mal varlığına el koymayanlar da lanetliyor.
Çok ilginç!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HENDESE-İ MÜLKİYE

CIVIL ENGINEER - (SİVİL) İNŞAAT MÜHENDİSİ Mühendis kelimesi Arapça kökenli "hendese" yani geometri kelimesinden türemiş geometri bilen anlamına gelir. Osmanlı Devleti' nde askeri kökenli bir eğitim modeliyle ordu ihtiyaçlarını karşılamakla başlamasına müteakip sivil ihtiyaçları da gideren bir meslek alanına dönüşmüştür. 1773 Mühendishâne-i Bahrî Hümâyûn 1775 İstanbul Haliç Tersâne-i Âmire-              Hendese Odası 1781 Mühendishâne  1795 Mühendishâne-i Cedîde  1806 Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn 1883 Hendese-i Mülkiye Mektebi 1909 Mühendis Mekteb-i Âlîsi 1928 Yüksek Mühendis Mektebi 1944 İstanbul Teknik Üniversitesi *Mimar SİNAN (1489-1588)  Aslında Mimarlık ve İnşaat mühendisliği henüz birbirinden ayrılmamış toplam bir disiplin iken ilk inşaat mühendisi 1586 tarihli bir Vakfiye'ye istinaden Mimar Sinan sayılmalıdır. Bkz. Evliya ÇELEBİ- Seyahatname  Edirne Selimiye Cami'si için Mimar Sinan'a atfen "Mimar ve Mühendis-i Kâmi

Anlatılan, Cumhuriyet Aydını Bir Ailenin Hikayesidir

Bir kuşağın devrimci aydınlarından Adnan Cemgil felsefe öğretmeni, yazar ve Fransızca ile Rusça'dan çeviri yapmış bir çevirmendir, eşi Nazife Cemgil de felsefe öğretmenidir. Nazife Cemgil'in babası, Muğla'da Kuvayı Milliye'yi örgütleyen Ağır Ceza Reisi Cemal Bey'dir.* Adnan Cemgil, Behice Boran ile Türk Barışseverler Derneği'nin kurucularından ve derneğin genel sekreteridir. Kore Savaşı'na asker gönderilmesini protesto edip ABD karşıtı bildiri dağıttıkları için tutuklanır ve 15 ay cezaevinde kalır. Suçlama, ABD ile dostluğu bozmaya çalışmaktır! Emperyalizmin yarı sömürgesi olmaya razı edilmiş bir ülkede birçok aydın bu suçlamalardan nasibini alır. Aynı dönem Nazife Cemgil de Yozgat Lisesi'ne sürgün edilir. 1951-1955 arası Yozgat Lisesi'nde görev yapar. Oğulları Sinan ve Dumrul Cemgil de ilkokula 1951-1952 döneminde Yozgat'ta devam ederler ve bir dönem burada okurlar. Ardından cezaevinden çıkan Adnan Cemgil çocukları ile İstanbul'a gider.

Çiçekdağı (Mecidiye) Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Milli Mücadele döneminde Çiçekdağı gerek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile ileri gelenleriyle gerek Ali  Galip Bey gibi cephede gerekse de Çapanoğlu isyanı sırasında isyanın ilçelerine sıçramasını önleyip  (Kırşehir’in ardından Konya’daki diğer hilafet yanlısı isyancılarla buluşma noktasında önemli) Ankara  ile devamlı bilgi alışverişinde olmaları ardından da isyanı bastıran Çerkez Ethem’e rehberlik etmeleri  ile kayda değer katkılarıyla adlarından söz edilmeyi başarmış değerli insanları içinden çıkarmış bir  ilçedir. Çiçekdağı ilçesinde o dönem aynı düşünceye hizmet amacıyla kurulmuş olan; Çiçekdağı (Mecidiye)  Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de başta cemiyet başkanı Dağıstan Bey olmak üzere, cemiyet kâtibi Hacı  İbrahim Efendi, müftü Hayrullah Efendi, Belediye Başkanı Necip (İnce) Bey ile cemiyetin gençlik  kollarını oluşturan Osman Şevki (Çiçekdağ), Reşat Akyön ve Ali Galip (Gençoğlu) Bey’in kurdukları  Çiçekdağ Tenvir-i Efkâr Yurdu ve Çiçekdağ Türk Ocağı Şubesi müşterek çektikleri bir tel