Sabahattin Ali'nin 1947'de kaleme aldığı 'Sırça Köşk' adlı hikayesi günümüzü de iyi anlatıyor. Ama biz başımıza bela olan sırça köşkü yıkamadık henüz!
"Ey millet, birçok şey verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşk elde ettiniz. Onun azameti, onun parlaklığı yanında üç beş çuval
ekin, dört beş davar nedir ki? Biz sizin şanınız, şerefiniz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyoruz. Bakın, bugün getirip bıraktığınız koyunların bile hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri vereceğiz. Bütün
koyunların kelleleri halka dağıtılsın!"
Sırça köşkten çıkan birçok hizmetkâr, biraz önce oraya canlı olarak giren, şimdi kesilip, yüzülüp kebap edilmeye başlanan koyunların kafalarını halka dağıtmışlar. Kelleyi alanlar dağılmak üzereyken içlerinden biri elindeki
başa bakarak hayretle bağırmış:
"İyi ama bu başın beynini almışlar!"
Elebaşı balkondan seslenmiş:
"Öyle. Fakat siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmez, ziyan edersiniz!"
Başka biri:
"Peki, ya bu başların dili de yok!" diye haykırmış.
Elebaşı aşağıya doğru eğilmiş:
"Canım, dilin size lüzumu yok! Yemesini beceremezsiniz!"
Bir üçüncüsü:
"Yahu, bu kellelerin gözlerini de çıkarmışlar!"
Elebaşı ona da cevap vermiş:
"Siz o gözün de nasıl kullanılacağını bilmezsiniz, vazgeçin ondan..."
Bunun üzerine halk, beyinsiz, dilsiz, gözsüz kelleleriyle dağılmak üzereyken, aralarında canından bezmiş biri:
"Böyle başın da bana lüzumu yok!" diyerek, boynuzundan tuttuğu kelleyi fırlatıvermiş.
İşte o zaman herkesin şaştığı bir
şey olmuş; hızla gidip sırça köşke çarpan kelle orada "Şangır!.." diye koskocaman bir gedik açmış.
Halk her şeyden sağlam, hiç bir zaman yıkılmaz, kırılmaz bildiği o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu görünce, elindeki kelleleri birbiri arkasına ona fırlatmaya başlamış, göz açıp kapayıncaya kadar tuzla buz olan sırça köşk çökmüş,yıkılmış,içindekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezilmiş, kapıya yakın yerlerdeki beş on kişi zor kurtulmuş... Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizlemiş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini yine arasından seçtiği adamlara gördürmüş, ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkaramamış. İhtiyarlar
çocuklarına ondan bahsederlerken, şu nasihati vermeyi unutmazlarmış:
"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla
buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter." (Sırça Köşk, 1947)
Yorumlar
Yorum Gönder