12 Eylül 1980 darbesiyle yönetimi ele geçiren Milli Güvenlik Konseyi’nin siyasi tarihimize “armağan” ettiği yüzde 10 seçim barajını yüzde 7'ye düşürecek teklifin TBMM’nin açılmasıyla birlikte hız kazanması bekleniyor.
Önümüzdeki dönemde ülke olası gelişmelere gebe...
Elbette, 12 Eylül cuntasının getirdiği bu seçim barajını tamamen kaldıracak bir irade ortalıkta görünmüyor. Türk siyasi tarihinde ilk defa 1983 genel seçiminde uygulanan seçim barajı ve seçim çevresi barajları “demokrasi” tarihinde kara bir leke olarak yıllarca uygulandı. Seçim çevresi barajları 1983, 1987 ve 1991 genel seçimlerinde uygulandıktan sonra 1995 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından tamamen kaldırıldı.
12 Eylül cuntasının “armağan” ettiği günden bugüne dek uygulanan yüzde 10 barajı ise çok kez gündeme gelmişse de iktidar partileri için oldukça kullanışlı olduğu için değiştirilmeden uygulandı. Bu şekilde ANAP, 1987 genel seçiminde aldığı yüzde 36 oya karşı Meclis’in yüzde 65’ini elde etti. AKP, 2002’de aldığı yüzde 34 oya karşı Meclis’in yüzde 66’sını elde etti. İkisi de iktidara geldikten sonra tek başına iktidar olmanın gücüyle zaman içinde totaliter eğilimlere kaydılar. Seçilmiş bir yasama organının ürünü olmayan bu yüzde 10 barajını çok sevdiler ve değiştirmeyi teklif dahi etmediler.
Bunun sayesinde tek başına iktidar olmanın keyfiyeti, sağ popülizm ve algı yönetimiyle Meclis’in kanun yapma, bütçeyi onaylama ve denetim yetkilerini manipüle ettiler.
Bugün gelinen noktada AKP tipi başkanlık sisteminde TBMM içinden bir hükümet çıkartılmadığı için barajı savunacakları bir gerekçe kalmadı. Tek gerekçe “marjinal” denilerek dışlanan alternatif partilerin söz söyleme hakkını engellemek olarak duruyor.
12 Eylül'ün mirası yüzde 10 barajının ekmeğini fazlasıyla yiyen AKP, 20 yılın sonunda insafa gelip barajın en azından yüzde 7'ye düşürüleceğinin sinyalini verdi. Bu değişikliğin oy oranı düşük partilere bir özgüven sağlayacağı ve onları Millet İttifakı'ndan uzaklaştırarak bir araya getireceği yönünde tahminler var. Bu sadece buzdağının görünen kısmı.
Yüzde 7'lik seçim barajı elbette partiler arası iletişimi güçlendirecek, çeşitli partilere özgüven sağlayacak ama bu sadece sandalye dağılımını etkiler. Meclis'te zaten yarının altında olan AKP, MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı sayesinde Meclis’te çoğunluğu elinde tutuyor. Bunun sayesinde muhalefet partileri tarafından sunulan kanun tekliflerinin tamamı hiç okunmadan reddedilebiliyor. Yolsuzlukla suçlanan bakanlar kolayca aklanabiliyor.
Azalan oy oranına rağmen Meclis çoğunluğunu elinde tutmak için daraltılmış seçim bölgeleri, kontenjan milletvekilliği gibi yöntemler tekrar gündeme getirilebilir. Zira bu yöntemler öncül olarak kabul ettikleri Özal’ın da uyguladığı yöntemlerdi. Özal’ın ANAP’ı bu şekilde 1987 genel seçiminde oy oranı yüzde 45’ten yüzde 36’ya düşmesine rağmen milletvekili oranını yüzde 53’ten (211), yüzde 65’e (292) yükseltmiştir.
ANAP bu yöntemler sayesinde yıllarca tek başına iktidar olabilmişken 1991 genel seçiminde ne seçim çevresi barajı ne daraltılmış bölgeler ne de getirdiği kontenjan milletvekilliği ANAP’ı kurtaramadı.
Yüzde 7'lik seçim barajına dönersek, bu indirim küçük ortak MHP'ye bir anlamda armağan edildi. Bugüne dek AKP'ye verdiği koşulsuz desteğin yüzünden oy oranı yüzde 7-8 civarına düşmüş olan küçük ortak kendisini ancak bu şekilde güvene alabilir. Cumhur İttifakı'nın devam ettirilmemesi durumunda tek başına seçime girecek olan MHP böylelikle Meclis'i garantilemiş olur. Uzaklaşan seçmenini toparlayabilmek adına tırnak içinde bir muhalefet tavrı takınabilir.
İşin en önemli tarafına gelirsek, Cumhurbaşkanlığı için gerekli olan yüzde 51'lik oranı anketlerde göremeyen AKP ve Erdoğan cephesi, alternatif politikalara yönelmeyi isterken ayağına dolanacak MHP'yi "biraz ara verelim kendimizi dinleyelim" diyerek platonik seviyeye çekebilir. Cumhurbaşkanlığı için en fazla yüzde 43-45 aralığını gören saray erkanı farklı kozlar oynamak isteyebilir. Aşırı milliyetçi, kutuplaştırıcı, mezhepçi, tekçi politikalara biraz ara verme ve tekrar bir “demokrasi” trenine inip binme konusunda makas değişikliği öngörülebilir.
Bu makas değişikliği çok iddialı politikalara kapı aralamayacaksa da HDP'ye yönelik aşırı hasmane tutumun gevşetilmesi, Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması, yerel seçimlerde bir işe yaramayan İmralı mektuplarının yerine Meclis'te oturum yöneten bir partiyle iletişim kanallarının açık tutulması gibi örnekler tahmin edilebilir. Diğer taraftan OHAL KHK'larına itiraz yolunun açılması, ihraçlara bir iade düzenlemesi getirilmesi düşünülebilir. AB ile ilişkilerin düzeltilmesi, Suriye politikasında revizyon ve mültecilerle ilgili toplumu tatmin edecek bir düzenlemeye gidilmesi de kapıda bekliyor olabilir. Tutuklu yargılamalara ve adalet tiyatrolarına ara verilebilir. Yani kısa bir süreliğine hukuk devleti ilkeleri hatırlanabilir. Tabii ki dışarıdan gelecek ekonomik ve siyasi desteğin yüzü gözü hürmetine…
Olmaz, olmaz demeyin!
Yorumlar
Yorum Gönder